25 Ocak 2016 Pazartesi

The Year of Tom Hardy

Locke
2015-2016 tam bir Tom Hardy senesi oldu. Adam süksenin alasını yaptı. Herkesin dikkatini çekti. Tabi dikkat çekmekle kalmadı aynı zamanda eleştirmenlerden tam puanları da topladı. Mad Max, Legend ve The Revenant'la şu anda o gösterimden bu gösterime koşturuyor. Oscar'a aday da oldu ohh. Valla tam anlamıyla bunların hepsini ve daha fazlasını hak ediyor. Adam hem iyi oyuncu, hem yakışıklı, hem karizmatik. Daha nolsun. Biraz creepy bir imaj çizdiğini de düşünüyorum. Önümüzdeki sene için Nolan ile içinde Mark Rylance'ın da olduğu Dunkirk isimli filmi çekeceği de konuşuluyor. Tam manasıyla yönetmen oyuncu voltranını oluşturdular Nolan'la.

Locke eski bir filmi. (O kadar da eski değilmiş 2013). Tek mekan tek oyuncu.  Herkes tek mekan filmleri sevmez çünkü hikayenin doyurucu ve sürükleyici olması gerekir. Filmde Hardy inşaat şefi Ivan Locke'u canlandırıyor. Heyt bee valla filmin bütün yükünü omuzlanmış. Bence filmin olmazsa olmazlarından biri soundtrack şarkısıydı. Tindersticks'in ex member'ı Dickon Hinchliffe tam on ikiden vurmuş.
Lawless
Madem Hardy moviesle gidiyoruz Lawless'ı da izliyim dedim. 1920'lerde Amerika'daki alkol yasağı üzerinden gerçek bir hikayeyi anlatıyor. Guy Pearce tam bir asshole. Film, genel olarak küçük kardeşin yaptığı gerzeklikler ve başını soktuğu belalar üzerine kurulu. Dönemi anlamak için güzel ama mehhh. Jessica Chastain ve Mia Wasikowska kadın kontenjanından yer bulmuşlar. Iyy hiç de sevmem.

Hodejegerne // Headhunters
İşte gerçek bir Norwegian Thriller. Zeki bir senaryo ( flawless değil ama), başarılı oyunculuklar, norveç soğuğu. Biraz şiddet dozu yüksek olabilir ve bence psikolojinin bozuk olduğu dönemlerde izlenmemeli. BA YIL DIM. Aksel Hennie'yi The martian'da izlemiştim ama orda sığ bir karakterdi. Ne güzel film çekmişler lan biz niye yapamıyoruz böyle şeyler :(

Ex Machina
Son 10 dakika mıçmasaydı iyi bir film olabilirdi. I robot ve Her'ün soyundan ( Belki Lucy? onu izlemedim ama). Pek yeni bir şey sunmuyor yani. Başroldeki eleman - ki hiç olmamış - Caleb'in gerizekalılıklarını izliyoruz burda da. Film boyunca küfrettim valla. Oğlum adam insana en yakın yapay zeka yaratıyor, sanane kaç tane yaptığından sonra onları öldürüp öldürmediğinden. Ayy bir duygusallıklar bir aşık olmalar. Allahın asosyali. Bak yazarken sinirlendim. Hayır yazık oldu Oscar Isaac'e çünkü filmin en güzel kısmıydı.

17 Ocak 2016 Pazar

Mad Max: Fury Road // Creed


Mad Max: Fury Road
Her yer Mad Max ve The Revenant'ın Oscar başarısıyla inliyor. Bir filmi beğenmenin bulaşıcı olduğu dönem geldi çattı. Metascore ve IMDB ratingine bakıp eğer aradığınız filmin ratingleri yüksekse o filmi beğenmek zorundasınız. Ben de bu duruma çok kıl oluyorum. İçi boş filmleri insanlara zorla beğendirtiyorlar.

Neyse ki Mad Max izlenir bir film çıktı. Konusunu okuyunca, Charlize Theron'u görünce ve fragmanını izleyince hikaye olarak boş bir film olduğunu anladım. Allahtan Theron'un oyunculuğunu gözümüze sokmadılar.

Filmin Oscar branşlarında görüntü, görsel efekt ve yapım tasarımı dallarında gerçekten rakipsiz olduğunu düşünüyorum. Bilgisayar oyunu gibi film ve daha da güzeli efekt konusunda geldiğimiz nokta. Eskiden nasıl sırıtırdı o eklemeler. Gerçekten 2 saat nasıl geçti anlamadım. Ayy! Oyy! Amanın! derken film bitti. Tam sinemada iMax izlenecek filmmiş. Kaçırdık iyi mi?

Filmin yıllardır yapımının planması, sürekli ertelenmesi de beklentileri yükseltmiş ve bu yüzden beğenilirliğini arttırmış olabilir, kabul ama ruhu dolduran, düşündüren, oyunculuk izleten bir film istiyorsanız bu mad max değil.

İşte Mad Max'den bana kalan. Gitarından alevler çıkaran hollywood mehterbaşı ağası. O hengamenin içinde gitarından hiç ayrılmamasi hatta üzerinde uyuması falan cok iyiydi. İnsanı inanılmaz gaza getiriyor.
Creed
Sylvester Stallone'a Golden Globe getiren film Creed. Oscar'da da en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüne aday oldu Rockymiz. Şimdi ben Sly'a bu ödülün bu zamana kadar sinemaya verdiği emekten dolayı bir onur ödülü, efendime söyleyeyim bir "bak seni unutmadık" ödülü olarak verildiğini düşünüyorum. Çünkü adeta kendisinin balmumu müzesinden heykelini getirip filmde kullanmışlar.

Oldum olası boxlı filmleri sevmedim. Million Dollar Baby olsun The Wrestler olsun. Box anlamsız bir spor(!) dalı ve hikayeler de haliyle ilgimi çekmiyor. Rockyleri de ustalara saygı kuşağından biliyorum. Sırf Sly'ın performansı için izledim. Filmin matematiğini şıp diye tahmin edebilirsiniz. Diyaloglar aşırı zorlama. Hatun koyacağız diye Bianca karakteri eklenmiş ve hiç olmamış. Filmin en güzel bölümü benim için (ironik) son 20 dakikaydı.

13 Ocak 2016 Çarşamba

Elena Ferrante / The Neapolitan Novels (Napoli Romanları)

My Brilliant Friend

Şu anda kitapları bir çok dile çevrilen ve İtalya'nın en başarılı yazarlarından biri olarak anılan Elena Ferrante bize Napoli romanları başlığı altında 4 ciltlik bir seri hediye ediyor. Öncelikle söyleyeyim Elena Ferrante yazarın gerçek ismi değil. Kim olduğunu sadece yayıncıları biliyor. Düşünün ki yıl olmuş 2016 bir yazarın adını Google'a yazıyorsunuz  ve elinize sadece kitaplarının kapakları geçiyor. Başka hiçbir şey yok. Röportajlar çok az ve bunlar da yine editörler aracılığıyla yapılıyor. Hepsi bu. Kadın mı erkek mi ya da birden çok kişiler mi bu soruların hepsi konuşulup tartışılıyor. Ben en azından kadın olduğuna hemfikirim. Hem röportajlarını hem de kitaplarını okuyunca bu fikrim güçlendi. Yazarın anonim kalmasının sebebi ise sadece kitaplarıyla anılmak istemesi. Ben elimden geleni, fikirlerimi, duygularımı ve benliğimi eserlerime koydum kim olduğum hiç önemli değil önemli olan sizin kitaplardan ne aldığınız ve algıladığınız diyor. Bu yüzden de kitapları yazarın kişiliğine karşı hiçbir önyargınız olmadan okuyorsunuz.

Napoli serisinin ilk üç kitabı Everest Yayınları tarafından Türkçe'ye Eren Yücesan Cendey tarafından çevrilmiş. Ben kitabı öğrendiğimde sadece ilk kitap çevrilmişti bölünmesini istemediğim için İngilizce versiyonlarını okudum ve hepsini bitirdim. Şimdi de iyi ki böyle yapmışım diyorum çünkü meraktan çatlardım. Yazar normalde seriyi tek kitap olarak yayıncının önüne koymuş ve o şekilde basılmasını istemiş ama yayıncı n'apsın. 1000 sayfa kitabı çevirmesi zor, okuması zor, taşıması zor. 4'e bölüp seri haline getirmişler. Ekonomik olarak da daha kazançlıdır eminim.

Peki bu meşhur Napoli serisi ne anlatıyor, olayı nedir?

Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım

Ferrante bize Lila ve Luna'nın arkadaşlığını İtalya'nın güneyinde Napoli'nin fakir bir mahallesini set kullanarak anlatıyor. 1950'lerde başlayan ve çocukluktan gelen bu arkadaşlığın öyküsü 2000'lere kadar uzanıyor. Bu sebeple kitabın türü bildungsroman olarak geçiyormuş. Ben de yeni öğrendim.


Kitap sadece Lila ve Luna'nın öyküsünü de barındırmıyor. İlk başta gözünüzü korkutacak bir karakter listesi karşılıyor sizi kitabın başında. Bu bana yüzyıllık yalnızlık kitabını hatırlattı. Her karakterin kim olduğu ve ne iş yaptığını tek tek söylüyor yazar. Napolinin işçi sınıfında kimler mi var? Marangozu, bakkalı, ayakkabı tamircisi, amelesi..  Büyük cüssesi ile çocukların ve yetişkinlerin korkulu rüyası Don Achille, karanlık ilişkileriyle Napoli'nin mafyavari ruhunu mahalleye hissettiren Solara ailesi, bu ruha tamamen aykırı, bu yüzden de Lila ve Luna'nın dikkatini hemen çeken şair-kondüktör Donato Sarratore ve daha kimler kimler.

Lila yoksul bir ailenin kızı. Küçüklüğünden itibaren nevi şahsına münasip karakterini hep göstermeyi başarmış, her zaman ailenin sorun yaratan küçük kızı olmuş. Luna onun okul sıralarında arkadaşlarına mürekkebe batırılmış kağıtları nasıl fırlattığını ya da korkusuzca erkeklere taş attığını anlatıyor. Bütün bu yaramazlıklarına ve ailesinin ilgisizliğine rağmen okumayı ve yazmayı kendi kendine öğrenebilecek kadar da zeki. Öyle bir zeka ki bu, kitapları okurken inanamıyorsunuz, şaşırıyorsunuz yok artık diyorsunuz.

Luna ise Lila'nın bu zekasını bazen takdir ediyor ama çoğu zaman kıskanıyor ve imreniyor. O hiçbir zaman tek başına okuduğunu analiz edebilen, çözümleyebilen ve yorumlayabilen biri değil. Hayatı boyunca elde ettiklerini hep çok çalışmasına borçlu. Geceleri uykusuz kalacak kadar okuyor, eksiklerini kapatmaya çalışıyor bir yanı hep Lila'nın zekasına yetişmeye çalışıyor.

The Story of a New Name

Evet bu arkadaşlığın en temelinde bir rekabet var. Lila ve Lula birbirlerinin eksiklerini görüp arkadaşlığın gerektirdiği şekilde bir yandan bunları kapatmaya çalışırken, bir yandan da kendi üstün yanlarını sivriltmeye daha baskın olmaya çalışıyorlar. Kadınların birbirleriyle olan ilişkilerinin en temiz yansıması bu kitapta: Kıskançlık ve rekabet.

Gelgelelim zaman geçiyor ve "ah şansı olsa profesör olur, cumhurbaşkanı bile olur" dediğimiz Lila okulu bırakmak zorunda kalıyor ama Luna tüm gayretleriyle yeri geldi mi Lila'nın da desteğiyle yoluna devam ediyor. Bu öyle bir sevgi nefret ilişkisi ki Luna, Lila'nın bu haline bir yandan üzülürken, diğer yandan da kendi başarısını gölgelemediği için içten içe mutlu oluyor.

Ne biçim arkadaşlık bu diyorsunuz okurken. Birbirlerinden kopmalarını istiyorsunuz. Özellikle Lila için öyle bir karakter çiziyor ki Ferrante aklınızı alır. Bir kaç sayfa önce nefret ederken, şeytanın kendisi bu derken, bir kaç sayfa sonra onu da anlamaya çalışıyorsunuz. Kitabı tek taraflı bir gözle okumamızın da bunda bir etkisi olabilir, çünkü olaylar Luna'nın ağzından anlatılıyor. Tabi Luna da sütten çıkmış ak kaşık değil. Özellikle ailesine ve kardeşlerine karşı duruşu beni çok rahatsız etti. Kendini kurtarmak için ne kadar uğraştıysa kardeşleri için kılını bile kıpırdatmadı. Ancak onlar da yetişkin olduğunda hayatlarına müdahil olmaya çalıştı ama olan olmuş ölen ölmüş artık. Yeri geldi çocuklarını bile ikinci plana attı ve bunu kendi ağzıyla da kabul etti.

Yeni Soyadının Hikayesi
Artık yetişkinliğe doğru adım attıkça karakterlerimizin arkadaşlık ilişkilerine bir de erkekler misafir olmaya başlıyor. Düşünün Luna'nın oyuncak bebeğini hiç düşünmeden karanlığa gönderen Lila'nın erkekler konusunda neler yapamayacağını.

Kadın erkek ilişkilerinde ve özellikle aile yapısında İtalya bizden hiç farklı değil. Ataerkil toplum ve düşünce yapısı Napoli'nin her kapısından kendini gösteriyor. Hem Lila'nın hem de Lula'nın önünde güçlü ayakları yere basan bir kadın örneği yok. İkisinin de annesi ev işlerinin peşinde koşturan, babalarının gölgesinde, ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlar. Küçük yaşta evlenmek, yeri geldi mi evlilik dışı birlikte yaşamak onlar için alışılagelmiş bir durum. Kadının sesi yok. Luna içten içe bu duruma karşı ve üstesinden gelebilmek için, kendini kabul ettirebilmek için, sesini duyurabilmek için çok çalışıyor. Luna'nın eğitimine devam edebilmesi için elinden geleni ardına koymayan Maestra Oliviero'dan tutun Profesor Galiani'ye, Adele'e, Mariarosa'ya, Nadia'ya hep imrenerek bakıyor aslında. Onların ayakları yere basan karakterlerinin güçlü yönlerini içine çekmeye çalışıyor. Kopya ediyor, kendine özgü bir şekle sokuyor. Hayatına giren bütün erkeklerin entelektüel birikimine hayran kalıyor ama bununla asla yetinmiyor. Onun için önemli olan onlara cevap verebilmek, kendi fikirlerini sunmak ve erkeklerin fikirlerini çürütebilmek. Çok zor bir savaş onunki. Hala da öyle değil mi? Hangi ülkede kadınlar ve erkekler gerçekten eşit haklara sahip?


Those Who Leave and Those Who Stay

Luna Napoli'den kaçmak için uğraşadursun Lila Napoli'den hiç ayrılmıyor. O, terör ve korku salan Napoli'yi değiştirmek istiyor. Attığı her bir adımın ve aldığı her bir kararın müthiş zekasını kullanarak yaptığını ve kendi çıkarlarına hizmet etmesi için planladığını düşünüyorsunuz. Küçük çirkin sorun yaratan kız büyüdükçe aurasıyla çevresindeki herkesi girdabına alan bir kadına dönüşüyor. Herkes ona imreniyor, nefret edenler bile onun büyüsünden yararlanmak için yanından ayrılmıyor. Lila ise aslında Luna'nın sahip olduğu fırsatları elde edememenin acısını başkalarından ama en çok kendinden ve Luna'dan çıkartıyor. Ona öyle bir ihanet ediyor ki kitabı fırlatıp atasınız geliyor ama bir yandan da tam da Lila'dan beklenen hareket diyorsunuz.

Ferrante'nin kitabın kurgusuna şıp diye oturttuğu İtalya'nın savaş sonrası tarihini de es geçmemeli. İşçi sınıfı, komünizm, faşizm, sınıflar arası çatışmalar, hükümetin ve polisin tavrı, öğrenci hareketleri, sokak ortasında kavgalar, üniversitelerde gösteriler protestolar, fail-i meçhul cinayetler, tutuklamalar, yolsuzluk... Sadece İtalya'da değil dünyada olan gelişmeleri de hiç sırıtmadan kitabın kurgusuna yediriyor. Aynı bir dönem dizisi izler gibi kitabı okuyorsunuz. Sanırım İtalya'da dizi olarak çevrilecekmiş bile. Umarım kaliteli bir yapım olur ben de izlemek çok isterim.

Terk Edenler ve Kalanlar

Everest yayınları 3. kitap Terk Edenler ve Kalanlar'ı Ocak 2016 itibariyle yayınlamış. Umarım kitaplar ilgi görür ve çok okunur. Ayrıca Türkçe kapakları çok daha anlamlı ve başarılı buldum. Bence Amerika'da çıkan kapakların konuyla hiçbir alakası yok.

Kayıp Kızın Hikayesi

Eğer modern İtalyan edebiyatı üzerine bir ders veriyor olsaydım mutlaka bu kitabı kullanırdım. İçinde o kadar çok tartışacak konu var ki... Her biri üzerine ayrı post yazılır.


11 Ocak 2016 Pazartesi

David Bowie


Bazı isimler efsanenin kendisi. yaşarken de aramızdan ayrılırken de...

Yaşlanıyoruz.




Birlikte ortalığı yıkıyorsunuz şu an eminim. Freddie ve Bowie

3 Ocak 2016 Pazar

Inside Out

bridge of spies
 Spielberg abimizin son filmi. Savaş filmi dram falan dendi mi bu adamın ismi hemen aklımıza gelir. Arkaya döşer müziği, setin en alasını kurar sonra filmden neden etkilendin. Valla işin bütün tricklerini çözmüş. Bu film de soğuk savaş döneminde geçen gerçek bir casusluk öyküsü. Filmden sonra birazcık araştırdım ve öğrendim ki bazı gerçekler Hollywood maskesinden nasibini almış. Seyirlik ve enteresan bir hikaye öğrenmek için güzel ama o kadar da abartılmaz. Mark Rylance çok başarılı.
Inside Out
 Inside out benim 2015'de izlediğim en iyi filmlerden. Gerçekten yılın en iyi filmi. Pixar yine o tatlı tatlı çizimleriyle sevimlilik taşıyor. Riley isimli minik kızımızın kafasının içine giriyoruz. Meğer bizim beynimizde 5 tatlış Pixar karakteri yaşıyormuş. Joy, Sadness, Anger, Fear ve Disgust. Ben bunu bir daha izlerim bence.

 via GIPHY
Frequently Asked Questions about Time Travel
 fazla nerdy.
Predestination
Predestination enteresan bir hikaye barındırıyor. Sevdim diyemem ama sevmedim de diyemem. Çünkü izledikten sonra işin içinden çıkamadım. Mindfuck.