2 Kasım 2012 Cuma

why does it always rain on me?

to rome with love

the town

yumurta

Because I said so

dogtooth

miller's crossing
doğru düzgün hiç film izleyememişim. çok saçma bir yaz geçirdim bakınca, doğal.

25 Ağustos 2012 Cumartesi

let me see you get down!

All the president's men
 güzel film, izlenir. HIST310 dersimin anısına...

bizim büyük çaresizliğimiz
 seyfi teoman'ın anısına...

cafe de flore
 CRAZY'nin yönetmeninden çok harika müziklere sahip, inanılmaz güzellikte sahneler barındıran çok leziz bir film. kevin parent'a aynı anda hem aşık olup hem nefret etmemek mümkün değil.

gone baby gone
 ben affleck'in kamera arkasında, önünde olduğundan daha başarılı olduğu konusunda herkes hemfikir sanırım. Peki siz ne yapardınız? konulu derslerde işlenecek derecede vicdana ve akla bir arada seslenen bir film gone baby gone.
a separation

rashomon
 uyudum.
soul kitchen

spirited away

starter for 10
 vakit geçirici gençlik filmimiz. cure şarkıları eşlik eder. açıkçası noluyodu unutmuşum filmde o derece hafif.

Mommo aka kız kardeşim
neden böyle güzel bir türk filminden şimdi haberim oluyor. peçeteleri hazırlatın. kesinlikla ağlak bir çağan ırmak değil, aksine her şey fazla gerçek olduğu için ağlayacaksınız.

17 Ağustos 2012 Cuma

Batum/Gürcistan

georgia
Bu gecikmiş blog yazısını neye borçluyuz bilmiyorum. Canım sıkıldı ben de bir günlük Batum turunu yazıyım bari dedim. Karadeniz chronicles'ın son durağı. İlk kısmı için lütfen buraya alalım.

Öncelikle sınıra Hopa'dan karayoluyla geldik. Otobüsten sınırda indik önce bir lira ve kimliğimizi  uzatıp vize niyetine bir kağıt parçası aldık. pasaporta gerek yok. Ardından yürüyerek Türkiye sınırını geçip Gürcistan kontrolüne girdik. Yavaş yavaş kulağımıza çalınan melodiler de değişmeye başladı. İlk güvenlik noktasından çantam aranmadan geçtim! Acemilik midir yoğunluk mudur bilinmez ama Aaa nasıl dememe kalmadan ikinci bir kuyruğa girdik. Burda da sıralı gişelere kağıdı ya da pasaportunuzu uzatıp fotoğrafınızın çekilmesini bekliyorsunuz ve sonraa serbestsiniz.

Sınırdan çıkışta bizi karşılayan tam bir keşmekeş oldu. Türkçe gürcüce karışık dükkanlar, döviz büroları, marketler sıralanmış. Biz inanılmaz pis bir otobüse biniyoruz ve şehir merkezine ilerliyoruz. Allahtan mesafe kısa.

rus askerleri talim bölgesi

bağ bağçe geçerek ilerliyoruz. Bir tane osmanlıdan kalma kale görüyoruz. Sözde rehberimiz, ne iş yaptığını sorunca sınır ticareti diyip geçiştiren adam buraları artık israillilerin satın aldığından bahsediyor. portakal bahçeleri falan yetiştiriyorlarmış. evet yanlış duymadınız.karadenizde portakal ne arar la dediğinizi duyar gibiyim ama şöyle ki gürcistan mikroklima bölgesi. yani hava sınırı geçince birden değişiyor ve palmiyeler görmeye başlıyorsunuz.

şehre girmeye başladıkça sovyet binaları sıralanmaya başlıyor.oldukça pis mahallelerden geçiyoruz. Sanki sovyetler hep aynı kalmış geçmişe geri dönmüş gibiyiz. Sözde rehber bu evlerde her odada bir ailenin yaşadığını söylüyor.doğru mu bilmiyoruz ama görünürde de vaziyet çok umut verici değil. Nereye geldim allahım derken birden şehrin güzel tarafları görünmeye başlıyor.

Paramızı değiştirmek için bir benzinliğe giriyoruz. Markette çalışan kız az buçuk türkçe biliyor. Zaten burada yaşayan çoğu insan Türkçe çat pat anlıyor ve konuşuyor. Eee ekonomilerini canlı tutan önemli bir türk akını var tabi.


sonra bizi akvaryum denilen bir yere getirdiler. ben sanıyorum ki balık falan bakıcaz. içeri bir girdik meğer yunus gösterisiymiş. Yunusların bu eğitimlerde acı çektiklerini aslında bu hareketlerini yapmak istemediklerini okumuştum bir yerde ama ne yalan söyliyim çok güzel bir gösteriydi. Ön sırada oturan seyircilere bolca su fırlattılar ayrıca bir ara kocaman topları bizim üzerimize attılar.


sahil


evlendirme dairesi

gürcü alfabesi

opera tiyatro

renkli yol levhaları
1 lari'ye şehir gezdiren trene bindik ve küçük bir tur yaptık. türkçe dilenen dilencilere rastladık. Türk mahallesini gördük. Hemen yakınında bir kaç türk markanın mağazası vardı. Onun dışında Batum'da mağaza namına pek bir şey görmek mümkün değil. Daha çok savaş zamanı yarıda bırakılmış inşaatlar ya da gökdelen gibi dizilmiş otel&casionaları görebilirsiniz. Söylenilene göre maaş zamanı ya da haftasonları buralara bir canlılık bir hareket geliyormuş. Anladınız siz onu. öhömm.

Son durağımız avrupa caddesi de denilen eski meydan.


medusa heykeli

altına girdik serinledik


şehrin girişiyle içi arasında dünya kadar fark gördük. bir anda şehir avrupai olmuştu. her şey çok düzenli ve temiz görünüyordu. mesela çimlerde, yollarda bi tek çöpe bile rastlamadık. ama tabi bu görünen yüzü. mesela her gördüğünüz yerde yemek yemeyin diye çok uyarıldık. açık şeylerden almayın vs. Armut suyu çok güzel ama.

Dönüşte tam bir izdihamın ortasında kaldık. tünel gibi bir yerde laz,gürcü karışımı arasında itiş kakış güvenlik noktasına ulaşmaya çalıştık. bir an gerçekten toplama kampında olduğumu düşündüm. inanılmaz sinirli gürcü polisi stop diye bağırıp kapıdan gelen akını önlemeye çalışıyordu. hep bizim bürokrasiye yavaş diye kızardık ama dünyanın her yanında böyle sanırım. tekrar güvenlikten geçmek için yarım saat kuyrukta bekledik. yine çantalarımız hiç aranmadı.

işte bir haftada gittiğim yol. dönüşte bir de kastamonuya uğradığımız düşünülürse eve geldiğimde 2 gün kafamı kaldırmadan yattığım gerçeğine inanırsınız sanırım. 

View Larger Map

3 Ağustos 2012 Cuma

the suburbs

Grey Gardens

John Q
 sicko belgeselini izleyip üstüne bu filmi izleyince amerikalıların ne matah bir sağlık sistemine sahip olduğunu görüp halinize şükredebilirsiniz.
Longford
 bir seri katilin -myra hindley-  tarafını tutacağınızı hiç düşünmüş müydünüz? kalıpları ve tabuları yıkmaya yarayacak bir film.

music and lyrics

nick & norah's infinite playlist

2 Ağustos 2012 Perşembe

Doğu Karadeniz: Kastamonu, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Artvin, Batum

Rize/Ayder
İşbu blog gelecekte anılarımın uzaya karışmaması için hazırlanmıştır.
Bu ay 5 gece 6 gün süren bir Karadeniz turundaydım. Geçen sene de Sinop'a kadar olan bir tura katılmıştım aslında ama bloga yazacak vakit bulamadım. Şimdi kısa kısa fotoğraflarla desteklediğim bir karadeniz günlüğü yazmayı düşündüm. Haydi başlıyoruz.
1. Gün

Zongul'dan gece 12'de yola çıkan çoğunluğu teyzelerden oluşan kalabalık sabah 9 gibi tek şöförle(!) Samsun'a vardı. Samsun'da dönüşte kalacağımız Samsun  airport resort otel'de kahvaltı yaptık. Açık büfe zengin bir kahvaltıydı. Sonra ordan çıktık ve bandırma vapurunu ziyarete gittik. Giriş öğrenci 1, tam 2 lira. Vapurun içinde komutanların insana hiç benzemeyen maketleri var. Bir kısmında da atatürk'ün herkesçe bilinen fotoğraflarından oluşan bir sergi yapmışlar ortaya da bir kaç parça özel eşyasını serpiştirmişler.

 
gerçek değil, rekonstrüksiyon
Samsun bizi aşırı bir yağmurla karşıladı. Dönüşte de samsun'dan geçeceğimiz için bu ziyareti yarıda bıraktık ve Ordu'ya doğru yola çıktık. İlk durak Ünye Çakırtepe.

çakırtepe'den ünye manzarası
Buranın pidesi meşhur dediler, aç olmamama rağmen sırf laf olsun diye yedim. Hakikaten çok güzeldi. çay bahçesi falan var ekstra bir olayı yok buranın ama ünyenin sahili ilçe merkezi falan çok güzel.

ünye sahilinden bir kuple
Sonra Ordu'nun tepesinde Boztepe'ye çıktık. Buraya isterseniz Ordu'dan teleferikle de çıkabiliyorsunuz. çok güzel bir manzarası, çaybahçeleri, restaurantları var. Millet teleferikle ordu'ya inip gelmiş benim haberim yoktu kaçırdım.

Boztepe
Sonra artık yorgunluktan bitap düşen ben otelin yollarını aramaya başladım. Sözde her zaman kalınan otelde yer bulunamadığından bizi Fatsa merkezde 2 yıldızlı Yahşi otele götürdüler. Odaları geniş ve temizdi ama banyoları çok dandirikti. Su kesilince resepsiyonu aradığımızda "tamam abla pompa basmaya gidiyoruz" dediler. pompa mı? Akşam yemeği zayıftı zaten otelin manzarası falan da yoktu. yemekten sonra Fatsa sahilde dolaştık. Yine çok düzenli, kalabalık, canlı bir sahili var Ordu'nun.

2. Gün

Sabah kalktık otelin evde bile daha zenginini bulduğum kahvaltısından sonra yola çıktık. Giresun'u pas geçip Trabzon'a yöneldik. İlk durak Akçabat. Deniz kenarında temiz bir lokantaya götürüldük Akçabat köfte yemek için. Önce masaya ekmekler geldi. karadeniz'de mısır ekmeği çok yeniliyor. Ekmeğin tatlısı gibi bir şey. Sonra acılı sos ve bulgur pilavı getirdiler. Köfteler çok lezizdi, salatası güzeldi. En son incecik hamurla açılmış içi fındıklı bir baklava getirdiler. Tıka basa doydum. Çorba var mıydı hatırlamıyorum. Bütün bu menüye 13 lira verdik. Çok ucuz değil mi?


Buradan sümela manastırına doğru yola çıktık. Yolda Sürmene'de durduk. Sürmene'nin çakıları ve bıçakları meşhurmuş. paslanmaz, körelmez yıllarca iyi kesermiş. Biz de birer tane aldık bakalım gerçekten öyle mi göreceğiz. Giderken rehberimiz trabzon hakkında geniş bilgiler verdi. 2011'de gençlik olimpiyatlarına ev sahipliği yaptığı için Trabzon'a bir sürü spor kompleksi yapılmış. Her taraf yeni binalarla dolu ama şehir bir yandan da cenevizlilerden, pontus rum'lardan kalma tarihi de içinde barındırıyor. Bizans dönemine ait Ayasofya Kilisesi'ni gördükten Sümela'ya yola çıktık. Tepeyi tırmandıkça hava kararmaya yağmur çiselemeye başladı. manastır yaklaşık 1100m'de.

aşağdan böyle görünüyor ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

milli parka gelince dolmuşlara biniyorsunuz. gidiş dönüş için 6 lira veriyorsunuz önceden. onlar sizi belli bir mesafeye kadar getiriyor sonrasını siz yürüyorsunuz. rehber bize yok 70 merdiven çıkcaz 100 tane incez bir 300metre yürüyecez falan dedi hepimizi korkttu ama o kadar korkulacak ve abartılacak bir şey yokmuş. sadece sağ tarafın uçurum olduğunu unutmadan dikkatli bir şekilde yürümek gerekiyor.

binyıllık ağaç köklerine dikkat!


sonunda göründü

içerisi dışarıdan göründüğünden daha farklı. rehberin anlattığına göre atina'da yaşayan amca yeğen keşişler bir gece rüyalarında bir aziz ya da azize görüyor. bu aziz ya da azize onlara manastırın bulunduğu yeri tarif ediyor, bunlar da kalkıp yola çıkıyor. tabi hristiyanlığın yasak olduğu yıllardan bahsediyoruz. M.S 4. yy. deli misiniz nesiniz bana şu teknolojide bul deseler bulamam burayı.

giriş öğrenci 8tl.

sonraki durak atatürk köşkü,

köşk
bahçenin bir kısmı

çok güzel bir yere konumlanmış, Atatürk'ün vasiyetini yazdığı köşkün içinde fotoğraf çekmek maalesef yasaktı. Ama mutlaka görülmeli eski filmlerdeki gibi çok güzel.
giriş 1 tl olabilir.

3. Gün

sırada çay fabrikası gezmece var.

çayın memleketindeyiz
her çay fabrikasında çay bitkisinin üst kısmından elde edilen özel bir çay olurmuş. bitkinin en lezzetli kısmı burasıymış ama az miktarda elde edildiğinden yaygın satışı yapılmazmış. tabiki turcu teyzeler bu çaylara saldırarak 10 senelik stoklarını doldurdular. biz de bu sırada çayın nasıl toplandığını ve işlemden geçirildiğini öğrendik. çok zahmetli.

sırada uzungöl.

uzungöl

bir fotoğraf çekinebilir miyiz?

uzungöl'de inan kardeşler'e gidip alabalık sefası yaptık. lahana çorbası içtim ilk defa. çok ağır olacağını düşünmüştüm ama beklediğim gibi çıkmadı. üstüne meşhur trabzon sütlaçı yedik. her şey çok lezizdi. uzungöl turistik olmaya başladığı için her taraf çirkin yapılarla dolmaya başlamış. var olan yeşili de bitirmeden mutlaka gidip görülmeli. ayrıca etraf arap turist kaynıyordu. sanki biri cevahiri uzungöl'e boşaltmış gibiydi.

karnımız da doyduğuna göre haydi bakalım rize'ye ayder yaylasına gidiyoruz.


rize/ayder
ayder'deki herkes buranın artık eskisi gibi olmadığını söylüyor. fotoğraftakiler dışında gerçek yayla evleri görmek artık çok zor, çünkü betonarmeleri döşeyip dışına ahşap kaplama yaparak turistisk oteller yapılıyor artık.

buradan dönüşte artvin'e otelimize yol aldık. ertesi gün batum'a gidip bir günü orada geçirdik. (Batum postunu ayrıca yapacağım.) batum dönüşü hopa'da bir gece daha kalıp dönüşte tekrar geze geze samsun'a kadar durmadık. Giresun'dan meşhur ince kadayıf ve pestil aldık. Trabzon'dan ekmeklerimizi aldık. Samsun'da rus pazarına gittik ve bolca alışveriş yaptık.

bir hafta boyunca yeşile, müziğe, komik karadeniz insanının sevimliliğine doydum. şimdi görmek istediğim bir güney ve doğu anadolu kaldı. haydi bakalım.

Yıllar sonra gelen edit: Batum postu için buraya gelebilirsiniz