30 Aralık 2011 Cuma

Yılın Son Postudur

No end

everybody's fine

carnage
şu sıralar pek hoş sıfatlarla anılmasa da  yaptığı işlere hala saygı duyduğumuz polanski'nin son filmi carnage yasmina reza'nın god of carnage isimli oyunun sinemaya aktarılmış şekli. aynı oyunun türkçe versiyonunu devlet tiyatroları sahnesinde Vahşet Tanrısı olarak görebilirsiniz. O versiyonunda Aşk-ı Memnu Matmazel filmdeki kate winslet'ın da canlandırdığı karakteri oynuyor. Ben tiyatro versiyonunu izlemedim ama duyduğuma göre bayağı bayağı iyiymiş. E oyunculara bakarsak Ülkü Duru, Zafer Algöz, İşdar Gökseven oyunun ne kadar kaliteli olduğunu gösteriyor bence.

Film ise kısacık süresiyle çok ideal çok başarılıydı. Çocukları kavga eden iki ailenin çocuklarını uzlaştırmak için bir araya gelmesi ve içinden çıkılmaz bir kavgaya girmeleriyle başlayan film tek bir planda geçiyor ama kesinlikle sıkıcı değil. Hani konserlerin sonunda orkestradaki bütün isimler teker teker enstrümanlarını çalar da hünerlerini gösterir ya işte bu filmde de bütün oyuncular sıraları geldiğinde döktürüyor ve biz sinefillere de tadından yenmez bir sinema gösterisi ortaya çıkıyor. Kesinlikle izlenmeli!

***

geçtiğimiz günkerde Boğaziçi Üniversitesi Rock Korosunun yeni dönem konserini izlemeye gittim ve inanırmısınız utançla geri döndüm. Şarkı seçimlerinin başarısızlığından tutun, söyleyenlerin başarısızlığına, ve oradan da koronun uyumsuzluğuna kadar çok çok kötüydü. Kim rock korosuna Metric şarkısı söyle dedi. muhtemelen koronun şefi hanım kızımız indie kültürünü rock korosuna yansıtmak istemiş ama olmamış olamamış. umarım önümüzdeki dönem çeki düzen gösterilmiş halde sahneye çıkarlar.

***
Yora @ Bronx Pi

Yine geçtiğimiz günlerde sevgili Yora'mın bilmem kaçıncı konserine gittim zıplayıp hopladım çok eğlendim.

***

sapan
Yine yine yine geçtiğimiz günlerde Sapan'ın Gökyüzünde Yeryüzü isimli EP'sini dinledim. Var olan bir emek var saygı duyuyorum ama açıkçası yolda mp3'ümde defalarca döndürmeme rağmen sadece che isimli şarkıları dikkatimi çekti. Onun da giriş ve bitiriş kısımlarını rahatsız buldum  biraz daha üzerine gidilse sözeriyle müziğiyle çok güzel bir şarkı olabilir. Sapan'ı Efes One Love'da da izledim bu sene. Çok büyük bir çemberi kapsamayan umut vaad eden temiz yüzlü gruplardan.

***

yılın son postunda bir ayın özetini geçmeye çalıştım. Hadi nice senelere hep birlikte.

7 Aralık 2011 Çarşamba

sick, tired and sleepless

gegen die wand
Hoca cinayeti işlememe az kaldı gerçekten. her ders kadının farklı şekillerde ölümü gözümün önünde canlanıyor.
auf der anderen seite

the motorcycle diaries
the night of the hunter
 

1 Aralık 2011 Perşembe

Okul bok gibi gidiyor

dedemin insanları
The Emperor's Club

the umbrellas of cherbourg

lola

im juli

the adventures of tintin
bayram tatilinden bu yana sürüklenerek giden hayatıma bugün bir dur diyebildim. her gün bir sınav bir ödev bir kitap içerikli akşamların pilimin bitmesine sebep oldu. blogları okuyabilsem de oturup adam akıllı yazmak onu bırak internette rahatça dolaşabilmek bile nasip olmadı.

şöyle okuldan ve okuldaki ve çevremdeki gereksiz insanların çoğundan kurtulup kafamı dinlemeye çok ihtiyacım var.

film izlemeye devam tabiki.

8 Kasım 2011 Salı

Mylo Xyloto

Singles

İncir Reçeli
Yine boş boş oturmanın önemini kavradığımız bir tatil haftası hızla bitmek üzere.

***

Coldplay'in sıkıcı viva la vida albümü çok beğenilirken bence çok da güzel olmuş mylo xyloto'su neden beğenilmiyor anlamıyorum. Mis gibi şarkılar işte. sıkıcı değil.

5 Kasım 2011 Cumartesi

My Sweet Home

A Walk to Remember

Crash
 birbirine bağlanan olaylarıyla amores peros'u hatırlatmadı değil.

Contagion
 Beklediğim kadar kötü olmasa da  çok iyi de değildi. görüntüler güzeldi gerginliği iyi vermişler.

City of Angels
 abi şu film için kızlar nasıl bayılıyor anlamadım izlerken içim şişti.

Lars and the real girl
4 yıldızlı

***

sonunda 5 kişilik sefil odamdan evime yatağıma kavuştum gene. sabah uyanınca valla bir şoka girdim kendimi temiz yatağımda havadar odamda bulunca. yollar berbattı tabiki köprüyü geçene kadar ayılıp bayıldık ama sağ sağlim geldiğimiz için şükrediyoruz her zaman olduğu gibi.

***

geçen çarşamba günü uzun bir aradan sonra devlet tiyatrosunun oyununa gittim. halen profesyonel'e bilet bulamadığımızdan elimizdeki diğer oyunlarla idare ediyoruz. Bu oyun bu sene sahnelenmiş ismi Yanık. Oyunun orijinali aslında bir film. 2010 yapımı Incendies oscar'a aday da olmuştu. ben oyunu çok beğenmedim. hikaye temel olarak güzel vurguladığı parmak bastığı noktalar hoş ama oyunun içersinde bazı eksiklikleri vardı. bir kere sahneler biraz uzatılmıştı zaten 3 saat sürüyor yaklaşık. tabi öyle bir oyun olur ki 3 saat sürmesi sizi rahatsız etmez fakat bunda fazlalıkları hissediyordunuz.

ayrıca karakterlerin yaşlanması gereken noktada hala 25yaşında delikanlı gibi gözükmeleri çok rahatsız ediciydi. hayır öyle 10 senelik bir yaşlanmadan bahsetmiyorum bilidğiniz köyün yaşlısı olması gereken adam yaşıtım gibi dikiliyordu ve hiç inandırıcı değildi. oyuncular arası yaş farkını da tutturamamışlardı. ha sahne arkasında herkesin gördüğü laptop ışığıyla parlayan sesçi abimizi ise sevgiyle anıyorum.

oyunculuk konusunda emel göksu keleş'in önünde saygıyla eğiliyorum. ses tonu duruşu tavırlarıyla beni hayran bıraktırdı kendine.

şimdi richard iii'ü izledikten sonra hakikaten diğer tiyatrolar insanı kesmiyormuş. tamam maddi olarak büyük rakamların oynadığı o oyunla bunu karşılaştırmam çok doğru değil ama yine de insan biraz özen bekliyor sanki her şey çok aceleye getirilmiş gibi. yoksa gerçekten daha çarpıcı olabilir ve salondan şoke olmuş şekilde ayrılabilirdik. salondaki insanları buna katıyorum çünkü alkışlar çok kısa sürdü oyuncuların sahneye bir daha çıkmalarına izin verilmedi. sanırım herkes otobüse nasıl yetişeceğini düşünüyordu.

***

haydi iyi bayramlar ve iyi tatiller!

19 Ekim 2011 Çarşamba

Miles Kane' e nasıl gidemedim ben ya nasıl?

I am Sam

Submarine

Drive
 bu film nasıl bu kadar rate aldı arkadaş anlamıyorum. Sıkıntıdan patlamış olabiliriz izlerken.

Crazy, Stupid, Love
bu arada anlatma fırsatım olmadı ama richard iii harikaydı. muhteşem ötesiydi. Kevin spacey'i ve diğer oyuncuları ayakta alkışladık. tirajikomik eser çok profesyonelce sahnelenmişti. ışıklar müzikler kostümler hepsi birbirinden güzeldi. böyle profesyonel ellerden çıkmış bir oyunu izleme şansına eriştiğim için IKSV'ye teşekkürlerimi sunuyorum. her ne kadar bilet konusunda başta biraz yamuk yapsalar da sonradan durumu kurtardılar allahtan.

Brett Anderson @ SalonIKSV

Brett Anderson
Beni bilenler ya da bu bloga bir şekilde denk gelmiş insanlar suede takıntımdan haberdardır. kendileri yazın istanbul'a geldiklerinde nasıl çılgına bağladığımı şurada belirtmiştim.

geçtiğimiz hafta cumartesi bir yağmurlu ve soğuk istanbul akşamında bu sefer suede'in solisti brett anderson solo albümü black rainbows'la sahnelerimizi şenlendirmeye geldi. Aslında iki gece üstüste çıkıcaktı ve ben iki gece de gitmeyi düşünüyordum ama sonra bütçem sarsılmasın dedim hem belki sıkılırdım falan. (hay kafama...) keşke gitseydim. neyse ben erkenden yola çıktım yağmur var kesin trafik vardır geç kalmıyım diye ama lanet 559c tam vaktinde geldi ve beni yarım saatte taksime attı. yemin ederim dua ettim nolur biraz takılalım trafik olsun vakit kaybedelim diye ama cık. başka zaman olsa bir buçuk saat sürer. neyse o korkunç havada salona vardım. içerisi yabancı insan kaynıyordu her bir yanda farklı bir dil konuşuluyordu yanlış yere mi geldim konsolosluk mu lan neresi burası dedim kendi kendime. tam 9 buçuk'ta kapılar açıldı burda salonun titiz programlamasına bir alkış getiriyorum hemen. tabi ben girdiğim gibi kendimi en önde buldum. yanımda benim boyumdan kısa bir çekik gözlü abla vardı bu da görüş açım engellenmeyecek demekti. zaten sahne hemen önümüzdeydi yani brett bir dokunumluk uzakta olcaktı.

çalınan güzel müziklerle geceye hazırlandım. yanımda bağıra bağıra konuştuğu için anlattığı her şeye dinlemesem de maruz kaldığım iki kişi vardı. Brett'in tarzının kötüleştiğinden, love is dead'i çalmamasından şikayet edip durdu. Aslında gelmeyecekmiş de yok arkadaşları çok ısrar etmiş de vazgeçmiş de kesinlikle yazısında ne kadar kötü olduğundan bahsetcekmiş de... allah için bir sus keyfimizi kaçırma demek çok istedim ama beni de yazısında yazar sonra rezil olurum diye vazgeçtim:p

on buçukta sahnede Brett.

Brett Anderson 2
Unsung
Wheatfields
The Exiles
Actors
Crash About To Happen
Ashes Of Us
This Must Be Where It Ends
The Hunted
Julian's Eyes
Thin Men Dancing
Possession
In The House Of Numbers
The Swans
Brittle Heart


Leave Me Sleeping
A Different Place
Funeral Mantra
sanırım aşağı yukarı bu şarkıları çaldı. Brittle heart'ı iki kere söyledi. sahnede bir tanrı gibiydi. seyirciyle oynadı ama cool tavırlarından asla vazgeçmedi. kaç yaşında adam ama skinny pantalonu ile hala seksi hala çok iyi. zaten gözlerimi kapadığımda sanki 90larda 20 yaşındaymışım da konsere gelmiş gibi hissediyordum. enerjisiyle aldı götürdü. sonra hemen önümüzde oturdu ve insanların ona ulaşmasına izin verdi. ben o sıralar farklı bir boyuttaydım sanırım.
iki gece de gidilebilirmiş bunu anladım. çıkışta ise bekleneni yaptık ve kulis kapısından çıkmasını bekledik. herhalde 1 saat falan beklemişizdir. her ne kadar bir avuç insan olsak da iki arabayı kapıya yanaştırıp doğal bir barikat kurdular. olsun gene de arabaya binişini gördük. ama mesela biletimi imzalatsam bir fotoğraf çektirsem ne kadar amazing olabilirdi her şey.


the haunted şarkısında bayılabilirdim. o nasıl bir she is the haunted diyiştir allahım! keşke back to you'yu da söylese konserlerde ama ben artık söz konusu bu adamlar oldu mu şarkı seçmez duruma gelmişim. gene gelin hep gelin her sene gelin. ruhum doyuyor resmen.

6 Ekim 2011 Perşembe

Evet biliyorum hiç yazmıyorum

Transamerica

four weddings and a funeral

groundhog day

arlington road

I love you Phillip Morris

Cool Hand Luke

Live flesh

Good bye lenin!

Bridget Jones's Diary
Midnight in paris

okul başladığından beri saçma bir telaş içindeyim ve bloga sadece bakıyorum bazen yeni bir kayıt sekmesini açıp boş boş bakmaya devam ediyorum. hangi dersi seçicem napıcam ne edicem sabahları nasıl kalkıcam ay add drop, adviser, consent ödevler ilk haftadan quiz derken kendimi kaybettim gene. bu okulun gözü kör olsun:(  şu an öyle bir programım var ki dünyanın en saçması. sabah 9 dan öğleden sonra 3'e kadar aralıksız dersim var üç gün. her şey fransızca yüzünden oldu aslında ama şimdi kalan 6 dersime baktığımda hepsi o kadar sıkıcı ve bunaltıcı ki fransızcanın bana bir nefes olduğunu farketmeye başladım.

bu cumartesi kevin spacey'i görmeye gideceğimiz için içimde aptal bir heyecan var. ayrıca yarın gece iksv'nin düzenlediği minimore festivali kapsamında miles kane çıkıcak ama gidemeyeceğim sanırım.


midnight in paris'e gelirsek, klasik Woody Allen filmlerinin birazcık fantastik öğelerle harmanlanması sonucunda ortaya harika bir 90 dakika çıkmış. Oyuncular harika! Owen Wilson günümüzün Woody Allen'ı sanki aynı konuşmalar hareketler tarz... her karede planda yüzünüzü gülümsetecek bir şeyler mevcut. Özellikle girişteki 10 dakikalık paris turu bir an önce oralara gitmeniz için sizi teşvik ediyor. Teşekkürler woody sen uzakları yakına getiriyorsun içimizi ısıtıyorsun gerçekten.

Ve blogu bir apple kullanıcısı olarak kapatıyorum. R.I.P Steve Jobs

21 Eylül 2011 Çarşamba

R.I.P R.E.M

beni çok üzdünüz

9 Eylül 2011 Cuma

I'm Back

the edukators
 güzel bir alman filmi. zenginleri çökertelim konusu üzerinden ideallerle ve beklentilerle yüzleşiyoruz. çok şey de beklemeyin canım.
Thor
 natalie portman'ın yüz karalarının ikincisi. ikidir portman'ı bitirici filmler izliyoruz çok üzücü. çizgi film izleyin daha inandırıcı.
bad teacher
 yani şimdi ne diyim. süper itici justin ve yaşlanmış bir cameron diaz bu filmi izlememeniz için iki sebep bence.
the insider
 oo nice ama uzun canım kardeşim.
The Blues Brothers
 şarkılar perfect bazı sahneler yardırıcı ama sıkılmadım değil.

The Girl who kicked the hornets' nest
 kitabı okuyun filmleri izlemeyin. zaten 2.5 saat bir film. sakın filmi izliyim kitabı okumak yerine demeyin! sakın dedim bak! I see you. I have one eye on you!
Carrie
 hep izlemek istediğim ama evdeki bozuk kopya yüzünden bir türlü kısmet olmayan pek muhteşem film. hep derim ne varsa eskilerde var.
Limitless
valla kötüdür dedim tipine bakıp ama o kadar da kötü değilmiş. bir tane hap alıyorsun ve tüm dünya elinde. oh so cool.

***
çok muhterem ve muhteşem bir tatili ege kıyılarında dolaşarak geçirdim. hayatımda ilk defa bir adaya gittim: bozcada. çok güzeldi çok sakindi. internetsiz kaossuz sadece güneşin ve rüzgarın tadını çıkardım. aile entrikası yok boş gevezelikler yok. vallahi tatil ne güzel şeymiş unutmuşum dostlar. iki hafta sonra okul başlıcak şu ankinden daha korkunç bir kaosa sürüklenicem. daha ders programı problemi var ki hiç o konuya giresim gelmiyor.bunun dışında iki dizi birden bitirdim. ikisi de birbirinden güzel.

birincisi game of thrones diğeri de shameless (US). ikisi de kısa çok vakit almaz hemen başlayın.

25 Ağustos 2011 Perşembe

romantik komedi

No Strings Attached
Bugün bloga iki tane romantik komediyle geliyorum. bu aralar canım böyle balon, tasasız, dertsiz filmler istiyor ben de kıramıyorum.


No strings attached filmini ilk defa duyduğumda bir şaşırdım. böyle afişe baktım, baktım... bir daha baktım. aa natalie portman var. ashton kutcher'da tam yanında duruyor. şimdi ashton kutcher sinema sektöründe neden vardır önce bu soruya bir cevap aramamız gerekebilir. kendisini yapımcıların "heh ashton var bizim o kesin oynar" olarak gördüklerine inanıyorum. böyle sevimli, eli yüzü düzgün, biraz işleri eline yüzüne bulaştıran, ama hep desteklenen erkek karakter. sanki her filmde aynı rolü oynuyor.

peki natalie portman'ın burda ne işi var. natalie portman = closer, garden state, leon, vandetta vs. Black Swan demiyorum çünkü o büyük bir şişirilmiş film ne denilirse densin. KOCA BİR BALON. kimse o filmi şu an konuşmuyor, konuşmayacak da. çünkü çok tırttı kabul edin.

öff bu filmle ilgili daha fazla bir şey yazasım gelmedi. öyle canınız çok sıkılırsa falan ya da başrollerdeki oyunculara karşı özel ilginiz varsa izleyebilirsiniz gönül rahatlığıyla.


filmin en sevdiğim bölümlerinden biri Adam'ın Emma'ya bleeding'li sözler içeren bir regl dönemi cd'si hazırlamasıydı. evet bu hiç aklıma gelmemişti çünkü.

tamam şimdi beni etkileyen filme geçiyoruz.

The Holiday
şu afişe bakıp insanın içi kaynıyor bir kere. Ben tam bir kate winslet'cıyım arkadaş. elinden ne çıksa yerim, nerde oynasa izlerim.

  
bir kere kadın güzel ve başarılı. eternal sunshine, the reader, revolutionary road, finding neverland, even Titanic... hepsinde bu kadının güzelliğinin parmağı var.

the holiday'de de o yalnız, kırılmış, aşık ama umutsuz kadını nasıl güzel yansıttı allahım. Büyüksün Kate!

***

cameron diaz'da tam bir sürpriz insanı. bazen inanılmaz baygın bazen çok şaşırtıcı. mesela being john malkovich. filmin 20dk'sı cameron diaz'ı tanıyamayanlardanım. the holiday'de de bence mimiklerini güzel kullanmış çok eğlenceli bir karakter olmuş.

***

jack black'e gelirsek. ee... şey... hımmm... yani neden? ben sevemiyorum bu adamı itici geliyor bana. high fidelity'de bir gıcık oldum ondan sonra bu geçmedi maalesef.

***

ahh jude law.


adam zaten başlı başına inanılmaz! karşı konulamaz! harika! süper! fantastico! bir de öyle bir karakteri oynuyor ki esprili, mutlu, sıcak, iki çocuk babası, zor adam değil. kadınları nasıl 12'den vursak isimli çalışmanın muhteşem ürünü. ama bence her şeyi tamamlayan en önemli nokta aksan. gözünü sevdiğim ingiliz aksanı beni mahvettin çökerttin ama yine de senden vazgeçemiyorum. bu arada kate'in aksanı da öyle. ikisi de buram buram ingilizlik akıyordu filmde.

***

kısa bir tatile çıkıyorum. oy allahım sonunda!